Waters of Life

Biblical Studies in Multiple Languages

Search in "Turkish":
Home -- Turkish -- The Ten Commandments -- 12 Tenth Commandment: Do Not Covet Your Neigbor's House
This page in: -- Afrikaans -- Arabic -- Armenian -- Azeri -- Baoule? -- Bengali -- Bulgarian -- Cebuano -- Chinese -- English -- Farsi? -- Finnish? -- French -- German -- Gujarati -- Hebrew -- Hindi -- Hungarian? -- Indonesian -- Kiswahili -- Malayalam? -- Norwegian -- Polish -- Russian -- Serbian -- Spanish -- Tamil -- TURKISH -- Twi -- Ukrainian? -- Urdu? -- Uzbek -- Yiddish -- Yoruba?

Previous Lesson -- Next Lesson

TOPIC 6: ON EMİR’İN BAŞLANGICI - Allah kendisini açıklıyor

12 -- ONUNCU EMİR: HASET ETMEYECEKSİN



ÇıKıŞ 20:17
Komşunun evine göz dikmeyeceksin. Komşunun ne karısına, ne kölesine, ne cariyesine, ne öküzüne, ne eşeğine, ne de herhangi bir şeyine göz dikeceksin!


12.1 - Çağdaş Ayartma

Günümüzde televizyon izleyicisi kendini bir anda, binbir hesapla hazırlanmış etkileyici reklâm programlarının tuzağında bulur. Doğrudan bilinçaltı etkilenen izleyici, belirli maddeleri satın almak, en son modaya göre giyinmek gereğini hisseder. Diş macunundan spor otomobile, bonbon şekerine kadar her şey en iyi, en gerekli, en ucuz olarak sunulur. Bu türden reklâm, ilan ve duyuruların içeriği şu şekilde özetlenebilir: “Henüz sahip olmadığın ne varsa, onu elde etmeye çalış.” Kendini inkâr, kanaatkârlık, başkaları için fedakârlıkta bulunmak gibi değerlerin sözü bile edilmez. Zevkinin esiri olmuş bir toplum sürekli daha çok şeylere sahip olmaya, daha fazla şeyin tadını çıkarmaya kamçılanır durur.

Geçenlerde gazetelerin birinde bir karikatür yayınlandı: küçük bir çocuk, boyunu aşmak üzere olan oyuncak arabalar, bebekler, kukla ve spor ayakkabılarından oluşan bir batakta boğulmamak için çırpınıyor. Ne istediyse, sahip olmuş, bir başka arzusu kalmamış bir çocuk. Artık yaşam onun için tekdüze ve tatsız. Yoksulluktan kırılan ülkelerle servet içinde boğulan refah toplumları yanyana dünyamızda.

Endüstri ülkelerinin tüketim toplumları Onuncu Emir’e karşı tavır takınmış durumdadırlar. Karı kocanın yıllar boyu kendi evlerine sahip olmak için didindikleri düşünülecek olduğunda, bunu anlamak mümkün. Ama bu arada ölçüsüz çalışma, çoğu ailenin gücünü aşıyor. Eşlerin her ikisi de çalışmak zorunda, çocuklar ihmal ediliyor, sigarayla, çayla sinirler daha da geriliyor. Sonuç: manevi bir boşluk, büyük miktarda borç, evde huzursuzluk. Gelirinden fazla gideri olan, şartlarının üzerinde yaşayan her ailenin geleceği yer burasıdır.


12.2 - Varlığın Göreceliği

İsa şöyle buyuruyor: “İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? İnsan, kendi canına karşılık ne verebilir?” (Matta, 16:26). “Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek; canını benim ve Müjde’nin uğruna yitiren ise onu kurtaracaktır.” (Markos, 8:35) Savaş sırasında tek bir bombanın birçok evi bir saniyede yerle bir ettiğini yaşamış olan bir kişi, evlerin, mobilyaların, refahın sonunda toz toprak yığınına döneceğini bilir. Komünist ülkelerde bir eve ya da bir karış toprağa sahip biri öylesine ölçüsüz vergiler ödemek zorunda bırakılır ki, sonunda hiçbir şeyi olmayan birinin durumuna gıpta edebilirdi. Allah, değer yargılarımızı yeniden düzenleyerek her türlü bereketin kendisinden kaynaklandığını itiraf etmemizi istiyor. Evet, O bizi yanına çekmek, “öz”ü görebilmemizi sağlamak dileğinde.

Aralarında bir mirası paylaşmak durumunda olanların da bu yeni bakış açısına sahip olmaları gerekir. Para pul, düşmanlık gütmeye değmez. İsa, “...Mintanınızı almak isteyene, abanızı da verin.” Diyor. (Matta, 5:40) Geleceğin dünyasına hâkim olacak olan ilke, “kapmak” değil, “vermek”tir. Hile yoluyla bir başkasının malını ele geçirmek, çok daha çirkindir. Belge sahtekârlığı yapanlar, başkalarının bilgisizliğini kötüye kullananlar, bunun hesabını vereceklerdir. Allah’ın öfkesi bu insanları günün birinde mutlaka bulur. O kendisini boş yere, “Dulların, yetimlerin, güçsüzlerin Babası” olarak adlandırmadı.


12.3 - İnsan Çekmek, İnsan Ayartmak

Onuncu Emir yalnızca taşınır ya da taşınamaz malların kazanılmasına ilişkin değil. Bu emir, düşüncesizce insanları işverenlerine, dostlarına, yakınlarına karşı ayartıp onları birbirine düşürmeyi de yasaklıyor. Bir insanı yanımıza çekmek amacıyla onun başkasıyla, eşiyle ya da bir yakınıyla olan anlaşmazlığını kullanmamalıyız. Neye mal olursa olsun, onları doğru ve dürüst davranmaya özendirmeliyiz. İmanlılar Topluluğu’nda, işyerinde, okulda ve her kuruluşta Onuncu Emir hatırdan çıkarılmamalıdır. İnsan ayartmak, kışkırtmak hayır getirmez.

Eşlerin boşanma denemesine maruz kaldıkları bir ailenin iç sorunlarına burun sokup olur olmaz öğütler vermek, uğursuz sonuçlar doğurabilir. Ne “değişiklik” arzusu, ne derin anlaşmazlıklar ya da çekişmeler böyle bir adımı haklı kılabilir. Allah’ın birleştirdiğini, insan ayırmamalıdır. Belli bir amaç ya da sırf zevk safa sürmek için birlikte yaşayanlar ise, tövbe ederek Allah’a dönmeli, O’nun huzurunda sevgi dolu sorumluluk duygusunu, kanaatkârlığı ve Allah’ın adında hizmeti öğrenmelidir. Yaşamı bir anlam ve hedef kazanmış kişi, artık can sıkıntısı ve “boşluk”tan dolayı günah işlemekten vazgeçer. Bir gecelik beraberlikler, geçici evlilikler biter; yerini ölçülü, sorumlu, sevgi dolu bir yaşam alır.


12.4 - Açgözlülüğün Ana Nedeni

Onuncu Emir maldan, insandan, ama aynı zamanda hayvanlar ve taşınmaz eşyadan da söz ediyor. Bugün bunlara otomobiller, traktörler, stereo cihazlar, çamaşır makineleri, buzdolapları ve pahalı giysiler de eklenebilir. Gelişmekte olan birçok ülke plansız programsız giriştikleri iddialı projelerden dolayı bugün borçlarının faizini bile ödeyemeyecek durumdadır. Başkalarıyla aynı düzeyde olma hırsı, çoklarını yıkıma sürüklüyor. Yedek parça ve uzman eleman yokluğu, Üçüncü Dünya ülkelerinde sayısız modern araç ve makinanın sağda solda çürümesine neden oluyor. İsa’nın habercileri neden İmanlılar Topluluğu’na sürekli kanaatkârlığı tembih edip kıskançlık ve tamahkârlıktan çekindirmeleri gerektiğini biliyorlardı. İsa, “Aranızda büyük olmak isteyen, diğerlerinin hizmetkârı olsun. Aranızda birinci olmak isteyen, diğerlerinin kulu olsun” dedi. (Matta, 20:26-27)

İsa’nın izleyicileri tüm değer yargılarına yeni bir anlam vermesini öğrendiler. Dünyada yüce ve ulu olarak görülenler, Allah katında nefret uyandırabilir. İsa şöyle dua etmişti: “...Baba, göğün ve yerin Rabb’i! Bu gerçekleri bilge ve akıllı kişilerden gizleyip küçük çocuklara açtığın için sana şükrederim. Evet, Baba, bunun böyle olması senin isteğindi ... Ey bütün yorgunlar ve yükleri ağır olanlar! Bana gelin, ben size huzur veririm. Ben yumuşak huylu ve alçakgönüllüyüm. Boyunduruğuma girin ve benden öğrenin, böylece canlarınız huzur bulur. Boyunduruğum kolay taşınır, vereceğim yük hafiftir.” (Matta, 11:25-30)

Pavlus, Allah’ın tüm kendini beğenmişleri, kibirlileri yok edeceğini; pek az önemli, zengin insanın Korint kilisesine dahil olduğunu yazdı. Yaşam amaçlarının kökten değişimi, kalplerinin yenilenmesi, ilk Mesih İmanlılarının özvarlıklarına bambaşka bir anlam verdi.

Onuncu Emir yalnızca bizim kötü, adi eylemlerimizi yasaklamıyor. O aynı zamanda en gizli sırlarımızı da mahkûm ediyor. Kanun dışı eylemler mahkemeler tarafından bir dereceye kadar aydınlatıp cezalandırılabilir; oysa insan yüreğini yalnızca Allah tanır. Biz gerçek anlamda ne kendimizi tanıyoruz, ne de karşımızdaki insanları. Kutsal Kitap, insan yüreğinin düşünce ve kuruntularının sürekli kötü olduğunu bildiriyor (Yaratılış, 6:5). İsa’yla kıyaslandığımızda, hepimiz kirli ve iğrenç varlıklarız, helak olmaya mahkûmuz. “Herkes günah işledi ve Allah’ın yüceliğinden yoksun kaldı.” (Romalılar, 3:23) Bu kural, gürültü patırtıyla dileğini gerçekleştirmeye çalışan küçük bir çocuk için bile geçerlidir. Çocukları olan biri, onların nasıl yalan dolanla birbirlerini alt etmeye uğraştıklarını görür, asli günahın varlığından şüphelenmez. Böyle biri kolaylıkla “çocuk masumiyeti” idealini terk eder. Açgözlülük, bencillik, gözünü budaktan sakınmayan “dediğim dediklik”, yetişmekte olan çocuğun yabancısı değildir. Kötü bir düşünceyle güçlü bir niyet ya da işlenmiş suç arasında farklılık var. Kimse denemeye karşı kendisini koruyamaz; ama İsa’ya ait olan irade gücüyle ona karşı koyabiliriz. Martin Luther, “Kuşların başımın üstünde uçmasını engelleyemem, ama başımda yuva yapmalarını pekâla” demişti. Denemeyi daha başlangıçta itiraf edip derhal yargılamak, tövbe etmek belirleyicidir. Pavlus sık sık, “Bu benden uzak olsun!” diye yazıyor. Bunun anlamı “Bu düşünce yüreğimde bir daha kendisine yer bulmasın!” demektir. Yakup denemenin iç yapısını şöyle çözümlüyor: “Ayartılan kişi, ‘Allah beni ayartıyor’ demesin. Çünkü, Allah kötülüklerle ayartılmadığı gibi, kendisi de kimseyi ayartmaz. Herkes, kendi arzularıyla sürüklenip aldanarak ayartılır. Sonra arzu gebe kalınca, günah doğurur. Günah olgunlaşınca da, ölüm getirir. Sevgili kardeşlerim, aldanmayın! Her nimet, her mükemmel armağan, yukarıdan, kendisinde değişkenlik ya da döneklik gölgesi olmayan Işıklar Babası’ndan gelir. O, yarattıklarının bir anlamda ilk meyveleri olmamız için bizi, kendi isteği uyarınca, gerçeğin bildirisiyle yaşama kavuşturdu.” (Yakup, 1:13-18)

İmanlı, her gün arzularını, hedeflerini, niyet ve ümitlerini Allah’ın sözü aracılığıyla yargılamak ve düzeltmekle yükümlüdür. Kötü fikirlerini affedip bencilliğini tam anlamıyla yenmesinde, İsa’dan kendisine yardım etmesini dilemelidir. Burada sorun, çirkin ve sevgiye yer vermeyen düşüncelerin alt edilmesi için verilen savaştır. İsa boş yere bize şöyle dua etmemizi öğretmedi: “Bizi denemeye bırakma, kötü’den kurtar!” İsa Mesih’in kanına iman aracılığıyla Mesih İmanlıları, hem günahları için af, hem de doğruluk kazandılar. Artık onlar aldırış etmeksizin günah işleyemez, Allah’ın bu lütfunu sömüremezler. Kutsal Ruh tüm düşünce ve güdülerimizi kutsamaya sevk ediyor bizi. Mesih, yaşamımızın Rabb’i, utkulu önderi olmak istiyor. Bu bir ölüm kalım savaşı anlamına gelir. Bu, insanlara karşı değil, gerek içimizden, gerekse dışımızdan kaynaklanan günah ve denemeye karşı verilen bir savaştır. Dua etmeliyiz: “Rab, bizi bu günahın pençesinde bırakma; neye mal olursa olsun, bizi içimizdeki ve çevremizdeki kötü’den koru.


12.5 - Yeni Yürek, Yeni Ruh

Kendi kötü ben’iyle savaşan kişi, İsa’nın sözlerini çoklarından farklı anlar: “Kötü düşünceler, yürekten gelir.” Yeni bir yüreğe, yeni bir zihniyete, tertemiz bir bilinçaltına muhtacız. Kutsal Ruh’un, bedenimizin, ruhumuzun her bir gözesine nüfuz etmesini dilemeliyiz. Onuncu Emir’in yerine getirilmesinde güdülen amaç, insanın yeniden ruhsal doğumu, düşünce ve davranışlarının baştan başa yenilenmesidir. Bu konuda çok acı çekmiş olan Yeremya peygamber şu vaadi aldı: “Şeriatımı onların içine koyup, yürekleri üzerine onu yazacağım. Ben onlara Allah olacağım, onlar bana halk. Artık herkes kendi komşusuna, kardeşine, Rabb’i bilin diye öğretişte bulunmayacak. Çünkü Rab, küçüğünden büyüğüne kadar onların hepsi beni bilecekler diyor. Çünkü kötülüklerini bağışladım.” (Yeremya, 31:33-34)

Allah aynı vaadi Hezekiel peygambere verdi: “Size yeni bir yürek verecek, içinize yeni bir ruh koyacağım; taş yüreği bedeninizden çıkaracağım. İçinize ruhumu koyacak, sizi kanunlarımla yürüteceğim. Hükümlerimi tutacak ve yapacaksınız.” (Hezekiel, 36:26-27).

Bu vahiylerin gelişinden üç yüz yıl önce Davut peygamber şu duada bulunmuştu: “Ey Allah, lütfuna göre bana acı, rahmetinin çokluğuna göre isyanlarımı sil. Fesadımdan beni büsbütün yıka, suçumdan beni arıt. Çünkü isyanlarımı bilirim ve suçum daima önümdedir. Sana, ancak sana karşı suç işledim... İşte, ben fesat içinde doğdum, anam günah içinde bana gebe kaldı... Bende temiz bir yürek yarat, ey Allah. Bana yeni bir ruh ver. Beni önünden atma, Kutsal Ruhunu benden alma. Bana kurtarışının sevincini geri ver, istekli ruhla bana destek ol” (Mezmur, 51:1-14).

Nasıra’lı İsa bu vaadi yerine getirdi: “Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur.” (Yuhanna, 8:12) “Ben asmayım, siz çubuklarsınız. Bende kalan ve benim kendisinde kaldığım kişi çok meyve verir. Çünkü, bensiz hiçbir şey yapamazsınız.” (Yuhanna, 15:5)

Daha hizmetinin başlangıcında İsa, dindar ve bilgin bir meclis üyesi olan Nikodim’e, “Sana doğrusunu söyleyeyim, bir kimse yeniden doğmadıkça Allah’ın Egemenliği’ni göremez” demişti. (Yuhanna, 3:3) Pentikos günü, üç bin kişilik bir topluluğa, “Günahlarınızın bağışlanması için tövbe edin, her biriniz İsa Mesih’in adıyla vaftiz olsun. Böylece Kutsal Ruh’un armağanını alacaksınız” (Elçilerin İşleri, 2:38) diye seslenerek Petrus, hem Vaftizci Yahya’nın sudaki tövbe vaftizini, hem de Kutsal Ruh’un alınışını açıklıyordu.


12.6 - Ruhsal Savaş

Kutsal Ruh’un alınışı, içimizde oluşu, her türlü denemenin dışında olduğumuzu göstermez. Tam tersine, ruh bedene, beden ruha karşı arzu duyar. Amansız, acımasız bir savaş patlak verir. Pavlus bunu, “Bedenin kötü işlerini Ruh’la öldürmek” biçiminde tasvir ediyor (Romalılar, 8:13). Efeslilere yazdığı mektubunda Pavlus, imanlıları daha sıkı uyarıyor: “Buna göre, önceki yaşayışınıza ait olup aldatıcı tutkularla yozlaşan eski yaratılışı üzerinizden sıyırıp atın. Düşüncede ve ruhta yenilenin. Gerçek doğruluk ve kutsallıkta Allah’ın benzerliğine göre yaratılmış yeni yaradılışı giyinin.” (Efesliler, 4:22-24)

Ama savaş bununla da bitmiyor: “Bu nedenle bedenin tutkularına uymamak için günahın ölümlü bedenlerinizde egemenlik sürmesine izin vermeyin. Bedenlerimizin üyelerini haksızlığa araç ederek günaha sunmayın. Ölümden dirilenler gibi kendinizi Allah’a adayın; bedenlerinizin üyelerini doğruluk araçları olarak Allah’a sunun.” (Romalılar, 6:12-13)

Kutsal bir yaşam için verilen bu savaşta kimi kez yenilgiye uğrayabiliriz. İçimizdeki Kötü’yü yenip ruhsal olgunluğa ulaşmanın tek yolu, her düşüşten sonra tekrar ayağa kalkmak, İsa’ya sığınarak tüm günahları itiraf etmektir. “Allah’ın Ruhu’nun yönlendirdikleridir, Allah’ın çocukları” diyor Kutsal Kitap. Bu iman anlayışı içinde şu vahiy sözlerini okuyabiliriz: “Bu nedenle, Mesih İsa’ya ait olanlara karşı artık hiçbir mahkûmiyet yoktur. Çünkü yaşam veren Ruh’un yasası, Mesih İsa sayesinde beni günahın ve ölümün yasasından özgür kıldı.” (Romalılar, 8:1-2) Kötü niyet ve eylemler Eski Antlaşma’da ceza tehditleriyle yasaklanırken, Yeni Antlaşma bize günahlı yapımız hakkında köklü bir bilgi veriyor; İsa’ya imanla günahlardan bağış lütfu, bilinçaltımızla irademizi yenileyecek olan Kutsal Ruh’un gücüyle canlarımızı donatıyor. Musa yalnızca emirler vermekle yetinmişti; oysa İsa, aklama ve bu emirleri yerine getirebilme gücü bağışladı. Eski Antlaşma, yaşamımızı niyetlerimiz ve eylemlerimiz temelinde eleştirirken, Allah’ın Oğlu bize günah ve cezadan kurtuluş veriyor, her zorluğun üstesinden gelen kendi gücünden pay almamızı sağlıyor. Günahtan, aklanmaya; acizlikten, kendi egemenliği altında bir yaşama yöneltiyor.


12.7 - Açgözlülük ve İslâm

Yasadan (şeriat) iman esasına dayanan aklanmaya, bedensel zayıflıktan Ruh’ta yaşama götüren aşamayı İslâm dini tanımıyor. Kuran, “İnsan zayıf yaratılmıştır” diyor (Nisa, 28). Böylece insandaki zayıflıktan kaynaklanan suçun bir bölümü Yaratan’a ait oluyor. Ayartmaya düşmemeleri için Allah erkeklere, cariyeleriyle birleşmelerini caiz kılmıştır (Nisa, 3; Ahzab, 52). Muhammet, evlatlığı Zeyd’in karısıyla evlenmişti. Kuran’a göre Muhammet, kendisini isteyen her kadını alabilir. (Ahzab, 37; Ahzab,51)

Bunun dışında Allah -Kuran’a göre- dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir (İbrahim, 4; Fatır, 8). Bu durumda bireylere fazlaca bir ahlâki sorumluluk düşmüyor.

Talan ve ganimet, cihadın önemli bir parçasını oluşturur. Bazı savaşlar, savaşan kişilerin ganimetle erken meşgul olmaları nedeniyle kaybedildi. Galibiyet sonrası, bu kez, ganimetin paylaşımında kavgaların çıkması seyrek değildi. Maddi kazanç ve arzularının karşılanması, bir Müslüman’ın düşünce sisteminde baş köşeyi alır. Bugün bile maddi güç ve şeref Allah’ın nimetlerinden sayılır. Allanın yüceliği, erişilmezliği, İslâm önderleri için örnek teşkil eder. İsa’nın zavallılığı, hor görülmesi, İslâm’ın nazarında anlaşılır bir şey değildir.

Herhangi bir çözüm bulunmadığı takdirde kan davası gütmek, çoğu İslâm toplumlarında alışılmış bir olgudur. Muhammet, şahsi düşmanlarını, gönderdiği casuslar aracılığıyla bir bir katlettirmişti. Allah’ın Baba olduğuna inanmak, İslâm’da bağışlanmaz bir günahtır. Bu nedenle Müslüman, kendi iyi amelleriyle kurtuluşunu sağlamak zorundadır. “İyi ameller” dürüst, bağımsız vicdandan kaynaklanan eylemlerden çok, şehadet getirmek, namaz, oruç, kurban kesmek, hac ve Kuran’ı ezberlemek gibi ibadet kurallarıdır. Zihniyetin yenilenmesi, yeni bir yürek edinimi, Müslüman’ın yabancısı olduğu fikirlerdir. Kutsal Ruh’un tanınmadığı bir din için bu, o kadar garip karşılanmamalıdır. (İsrâ, 85) Bir yanlış anlama nedeniyle İslâm’da, Kutsal Ruh’un melek Cebrail olduğu sanılır; bu yüzden onun yaratılmış olduğuna inanılır. O, Allah’ın kendi Ruhu değildir. Ruhsal meyvelerin bundan dolayı doğmasına imkân vermeyen İslâm kültürü, Mesih’in lütfuyla gerçekleşen bağışlamayı reddeder.

Müslüman olmak basit ve kolaydır. Kişi eski yaşamını büyük ölçüde sürdürebilir. Yapacağı tek şey, bir takım ibadetleri yerine getirmektir. Yeni kazanılan bir imanlı -örneğin Afrika kökenli biri- çok evliliğini İslâm’da da sürdürebilir. Cennet yaşamına varıncaya kadar, nimet ve bereketler İslâm’da maddi açıdan görülür, değerlendirilir (Vâkıa, 15-37). Allah’la birliktelik, ruhsal bir yenileme -İncil’de anlatılan ve teşvik edilen- ben’e karşı savaş, İslâm’da ön plana çıkmaz. Bu bakımdan İslâm, Eski Antlaşma (Tevrat ve Zebur) düzeyinin de altında kalıp Mesih İncil’inin ilkelerine erişemez.


12.8 - İsa: Umudumuz

Bununla birlikte bir Müslüman’ı ya da Yahudi’yi hor görmemeliyiz. Hiçbir Mesih İmanlısı bir başkasından daha iyi değildir. Yalnızca İsa’ya iman ve O’nda kalmak yoluyla aklanma ve kutsal yaşam gücü alıyoruz. Biz sadece asmanın dallarıyız. Bunun bilmek bizi kendini beğenmişlikten korur, bize kim olduğumuzu gösterir.

www.Waters-of-Life.net

Page last modified on March 12, 2014, at 09:14 AM | powered by PmWiki (pmwiki-2.3.3)